CİNSİYET VE FEMİNİST EPİSTEMOLOJİ TARTIŞMASI


CİNSİYET VE FEMİNİST EPİSTEMOLOJİ TARTIŞMASI

Feminizm gerek cins kimlikleri ve davranışları gerekse de ataerkil düzeni tartışırken Batı kültür ve toplumunun politikasına da önemli eleştiriler getirir. Bunlar genel olarak üç noktada toplanabilir. Birincisi Üçüncü dünyalı etnik ve siyah kadının orta sınıf beyaz burjuva kadının kuramını eleştirisi, ikincisi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin farklılaşması ile aile, üretim yeniden üretim kavramları içerisinde kadının konumu ve son olarak cinsiyet karşıtlıklarını da içeren her türlü düşüncenin eleştirilmesidir.

Bunların içerisinde en dikkat çekenlerden biri de post modern teoridir. N. Fraser ve J. Nicolson, post modernist eleştiri ve feminist eleştirinin yeni bir değerlendirmesini yapmayı amaçlarlar. Post modern teori ve feminizmin hedefi tözcü, kökçü ve evrensel genellemeler yapmamaktır. Yapı bozum aracılığı ile cinsiyet kavramının irdelenmesi amaçlanmaktadır.
J. Flaks da feminist epistemolojinin nasıl ataerkil sistem içinde tanımlanarak oluşturulmaya çalışıldığına dikkat çeker. Tüm özetlenen yazarların bakışları ışığında görebildiğimiz ortak zemin bedenin toplumsal yaşamda var olduğunu, toplumsal, politik, cinsiyetli ve ideolojik olduğunu, kadın bedeni ve cinsiyet tartışmasıyla ortaya koymuşlardır. En çok da yapısalcılık sonrası kadın yazarların Batı kültürü ve felsefesi eleştirisi olmuştur.  

ÖZNEYE KARŞI BEDEN

20. yy. başında,  saussure dilbilimi yeni bir boyutta ele almıştır. Bu yenilik dil-söz, gösteren gösterilen, artzamanlılık-eşzamanlılık arasında ayrımlar yaparak ortaya koyar. Ona göre dil hem tarihsel hem de evrimsel bir süreçtir. Freud, onun dil kavramına benzer olarak bilinçdışı kavramını yüzyılın başında ortaya koymuş, bilinçdışının, karşıt çiftlerin parçalanması yolu ile bilinçte ortaya çıktığını öne sürer. Bunun yanında ikinci önemli tartışması kadında penis kıskançlığı, erkekte penis korkusunu, çocuğun kimlik oluşumu vb. kavramları etkileyen oedipus kompleksidir. Levi-strauss freudun hareket noktasına benzer biçimde insan aklının yapısını, bilinçaltını, toplumsal ve kültürel yaşayışın evrensel kurallarını ortaya koymak ister. Bu evrensel kural bağlamında ensesi tabusuna dikkat çeker.

Stratussun, saussure’ün dilbilimsel yöntemini uygulayarak, toplumların bilinçaltını ve aklın temel yapısını bulmaya yönelik benzer yaklaşımı Lacan da izler. Bireyin bilinçaltı dışında, sosyo-kültürel oluşumların bilinçdışının psikanalizini yapar. Öznenin kuruluşunu, hayali (pre-oedipal) aşama ve ayna aşaması teorisi ile açıklar. İlk aşamada bebek anneden ayrı olduğunu anlamaz ancak ayna aşamasında kendi görüntüsüyle karşılaşır. Kimliklenmesi başlar. Böylelikle cinsel kimliğini kazanır ve dili kullanarak sembolik düzene de adım atar. Bundan sonra kendini Ötekindeki yansıması yolu ile bulmaya çalışacaktır. Ensest tabu ve oedipus kompleksi lacan tarafından da toplumsal ve bireysel bilinçaltının merkezine yerleştirilir.

Yapısalcılık sonrası kadın yazarların eleştirisi bu noktada başlamaktadır. Bundan sonra incelenen üç yazar, Batının fallogosentrik merkezci bakış açısını eleştirirler.

Helene Cixous: Kadın/Beden/Yazı

Kadını yazıya, kendi yazısını yazmaya çağırır. Cinsel eşitsizliğin erkek lehine olmasını, erkeğin yazıyı almış olması ile ilişkilendirir. Dolayısıyla bu eşitsizlik sadece kültürel ve tarihsel kaynaklıdır.







Luce Irigaray: Yazı ve Bedenin Gardiyanlığı

Toplumsal düzen, kültür ve psikanalizin, anneyi dışladığını ve buradan hareketle kız çocuk ve anne arasında “babanın yasakladığı” temasın tekrar kurulması gerektiğini vurgular. Oedipus söylemi ile esasında babanın değil annenin öldürüldüğünü savunur. Bu ilk cinayetle
Başlayan kültürde kadına ait hiçbir şey olmadığını vurgular. Oedipus kompleksinin bir nevi reddinden ziyade erkeğin penisini kadın üzerinde iktidar aracı olarak kurguladığını iddia eder. Annenin arzularının, babanın kanunu tarafından yok edilmesine karşı çıkmak ve ona zevk alma, konuşma, ağlama ve kızabilme hakkının tanınabilmesini savunur. Bunun yolu ise yeni kelimeler yeni cümleler bulmaktır. Kadın cinselliğinin hep erkek ölçüleri üzerinden kavramsallaştırıldığını söyler. Dilin öneminin yanında kadının arzularını sahiplenmesi ve erkeğe ihtiyaç duymadan hayatını kazanması gerektiğini söyler.

Julia Kristeva: Ölü Bedenden Konuşan Bedene

Onun bakış açısında göze çarpan dile yeni bir yaklaşım olarak önerdiği Semanalizdir. Böylelikle dile bir anlamlandırma süreci olarak bakılacaktır. Ona göre; dilin aşkın ego dışında öznesi yoktur ya da ondan başkasına toleransı yoktur. Semiyotik eleman bedeni dilin içine tekrar taşıyacaktır. Böylece bastırılmış olan tekrar ortaya çıkacaktır.

                                   BEDEN ve AYDINLANMA ELEŞTİRİSİ

Jacques Derrida ve Modern Öznenin Yapıbozumu

Aydınlanma düşüncesi denince karşımıza bir kimlik ve kimliklenme mantığı çıkar. Özne kavramı tartışıldığında karşımıza üç ayrı özne türü çıkar ki bunlar aydınlanma düşüncesinin tanımladığı, sosyolojik ve post-modern öznedir. Bunlardan sosyolojik özne toplumsal gelişme sonucunda ortaya çıkacaktır. Toplumsal özne aynı zamanda bir parçalanmışlığı ifade eder. Modern öznenin konumunu tartışılır hale sokan düşüncelerden biri de derridanın batı düşüncesi bakışında yatmaktadır. Burada derridanın fark kavramı incelenmiştir. Özetle, farkın işleyişinin tüm metafizik düşüncenin dışında olduğunu ve ne bir kelime ne de bir kavram olmadığını söylemektedir. Bir töz, bir kaynak üzerinden düşünen, karşıtlıklar yoluyla çözülme yapan yaklaşımların, fark’ın bir tözü olmaması kaynaklı olarak bozulmaya başladığını söyler. Batı düşüncesi ona göre yalnızca ses merkezli değil, logos sentezlidir(logos-fono-sentriktir)böylece tüm sabit anlatımlar fark ve yapı bozmayla tartışmaya başlanır. Yapı bozmayı hareketli bir strateji olarak betimler. Merkez yerine farklı, değişken merkezler olduğunu söylemiştir ve bu merkezlerden bazılar, aşkınlık, bilinç, tanrı ya da öznedir.

Birçok düşünür gibi Derrida’yı da etkileyen, diğer yapı bozumcu olarak adlandırılabilecek Nietzsche de; dünyayı biz onu mantıksal yaptığımızdan dolayı mantıksal olduğunu savunur. Modern kötümserliği modern dünyanın gereksizliğinin dışavurumu olarak tanımlar. Ahlaki değerler yerine doğal değerlerle uğraşır. Toplumbilim yerinde baskının biçimleri kuramını ortaya atar. Bu; parça ve bütün olarak kültürel kompleksi incelemeyi hedeflemektedir. Yalnızca dil biçiminde düşündüğümüzden ve bu nedenle “aklın ebedi doğruluğuna” inanmamızdan şeylerin içinde ahenksizlik ve sorunlar görür olduk, demiştir. İnsanın gerçekliğini ele alırken duygu ve hislere önemli bir yer verir. Bedenlerin egemenlikler ve gücünü geliştirme noktasında birbirlerine çarpması ve bunların kendisiyle yeterince ilişkili olanla bir düzenleme içerisine girerek iktidarın elbirliği ile sürecin devam ettiğini anlatır.  

Yorumlar

Popüler Yayınlar