Butler ve Siyasette Feminist Özne
Butler , kitabın ilk bölümüne “kadın”
kavramının nasıl anlaşıldığı ve siyasal özne olarak konumlandırılmasındaki
sorunları irdeleyerek başlıyor. Kadının siyasette temsilini sağlayan feminizmin
öznesi olan kadın neleri içeriyor ya da içermesi için nasıl müdahalelere maruz
kalıyor ve bu müdahalelerde siyaset ve dilin rolünü, Foucault, Irigaray, Wittig’in
kadın konumlamalarının eleştirel bir yaklaşımından yola çıkarak ortaya koymaya
çalışıyor.
Burada kısaca özetleyeceğim ve daha
önce Cinselliğin Tarihinden de hatırlayacağımız gibi, Foucault’nun iktidar
anlayışında özne, iktidar tarafından üretilmektedir. Buradan da yola çıkarak
feminist öznenin de siyaset tarafından oluşturulduğu fikrine ulaşacağımız
açıktır. Bu fikirden başlayıp sistemin ürettiği/şekillendirdiği gerek eril
gerekse de toplumsal cinsiyet olarak öznenin ne olduğu belirlendiği takdirde
tahakkümün zemini olan farklılık açığa çıkmış ve siyasi bir sorun haline gelmiş
olur. Foucault burada hukukun da etkisine değinerek siyasi öznelerin bazı
dışlayıcı/kapsayıcı tanımlardan yola çıkılarak oluşturulup hukuk aracılığı ile
de meşrulaştırılıp doğallaştırıldığına değiniyor. Günümüzde de cinsiyetin
dişi-erkek olarak ikicil bir yapı üzerinden kurulması ve hatta aile kavramı ile
meşruluğunun sağlanıp bir de aile hayatının gizliliğini koruyacak yasa
maddeleri ile desteklendiğini düşünürsek Foucault’dan pek uzaklaşmış olmayız.
Dolayısı ile örneğimizde de görüleceği üzere temsil edilen, hukuk aracılığı ile
kurulur. Hukuki iktidar tarafından üretilir. Butler da feminizmin bu üretimi ve
yapılandırmayı öncelikle incelemesi gerektiğini öne sürer.
Kadının temsili konusunda da içinde
farklı kavramları da barındıran ve hatta bu değişen içeriğinden dolayı da
(ırk,sınıf,etnik,cinsel,toplumsal cinsiyet bakımından çoğul olan bir terim
anlamında kullanarak) temsilin yetersiz olduğuna değinir. Temsilin yetersizleştiği
bu noktada da toplumsal cinsiyeti tüm bunlardan ayırarak incelemek imkansızdır.
Butler’a göre; Toplumsal cinsiyet,
kültür tarafından şekillendirilmiş cinsiyet olarak indirgenerek evrensel bir
ata-erki kavramı türetildi ve çoğunlukla Batı dışı/şarka ait/barbarca vb.
olacak şekilde konumlandırıldı. Bunlar da sömürülerek Batı’ca kendisine mal
edildi. Bu mal etme de ötekileştirip kurarak ya da yadsıma suretiyle inşa
ederek gerçekleştirildi (burada da Foucault’nun etkisini görmek mümkündür,
çünkü inşa sürecinde baskılama ya da söyleme kışkırtma suretiyle kontrol ediş
ve kurgulaştırmayı öne sürer). Feminizmin bu ataerki merkezileştirmesi ve
evrensel bir tahakküm altında indirgemesi , kadın tanımını zorlaştırmasından
dolayı da eleştirildi. Bu merkezileştirme, söz konusu ata erkin konumunu
sabitleştiren ve kalıplaştıran bu yüzden de sistemi koruyan bir durum haline geldi.
Butler da bu yüzden, postmodern akıma
dahil olan diğer yazarlar gibi, bu alanın yerinden edilmesi gerektiğini
savunuyor. Bu noktada da yapılması gerekeni çağdaş hukuki yapıların doğurduğu –doğallaştırdığı
kimlik kategorilerini kurulu bir çerçeve içinde deyim yerindeyse iğdiş edilmesi
gerektiğini öne sürüyor. Böylelikle kadın kategorisinin temsil alanına
katılabileceğini düşünüyor.
Şimdi bu kategoriyi nasıl eleştirdiği
kısmına gelelim. Öncelikle tutarlı ve istikrarlı cinsiyet kategorisi, toplumsal
cinsiyeti de düzenlemek anlamına gelir. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımı
ise feminist özneyi böler. Toplumsal cinsiyet bedenin üstlendiği kültürel
anlamlar bütünü ise kadın-erkek gibi ikicil bir yapıya indirgenmesi mümkün
değildir. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarının verili olup olmadığı,
tarihine veya gelişimine ilişkin sorular
sorulacak olursa ,esasında cinsiyetten pek de farkı olmadığı ortaya çıkacaktır.
toplumsal cinsiyet teriminin, cinsiyetin ikici anlayışını garantiye almak için
ortaya çıktığı daha açık görülür. Şöyle ki toplumsal cinsiyet ve cinsiyet
arasında cinsiyetin ve arzunun şekillendirildiği ve bu şekillendirilmenin de
genelde karşıtlıklar uyarınca ortaya çıktığı görülecektir. Beuavoir’in kadın
doğulmaz, kadın olunur sözünde olduğu gibi . söylemsellik öncesi bir oluş olarak üretilen
cinsiyetin üretilmesine toplumsal cinsiyet etki eder. Bu inşa toplumsal
cinsiyetin araçsallaşması yolu ile gerçekleşir. Yine Beuaveoir’in kişi,
kültürel bir mecburiyetten dolayı kadındır sözü ile özetleyebiliriz.
Ancak kadın kategorisinin birliğinde
tutarlılığında edilecek olan ısrar erkek kategorisine giydirildiğinde de ezenin
stratejisini değiştirmeden uygulamanın dışına çıkmayacaktır. Bu durumda
önerilen alternatif, farklı konumlardaki kadınların bir dizi diyalojik
karşılaşması ile bir koalisyon çerçevesi altında ayrı kimliklerin dile
getirilmesidir. Burada koalisyon ve birlik kutsallaştırılmadan ve hatta farklı
kadınlar irdelenmeden , kategorinin tüm
çelişkilerini kabullenerek hareket edilmesi etkili olacaktır.
Aslında iki kavramın farklılaştırılması
cinsiyetin bilinmeyen bir tarihten (yani kültürün dahil olduğu bir alandan) bu
yanan bir tözü de içerdiği önkabulünden oluşur. Töz, varlığın sahip olduğu
metafizik bir özsellik bir çekirdek içerik taşıması gibidir. Benlik, kimlik, özne
diye anılan kavramların içine hep tözcü bir bakış açısı imlenmiştir. Esasında
Nietzsche’de bu tözcülük ifadesini bulur. Çeşitli araştırmaların da (butler’ın
da dipnotları ile bize gösterdiği gibi) zihinin erkek , bedenin ise kadınla
eşleştirildiği kanıtlanmıştır. Bu durumda erilin içinde töze ilişkin bir şey yoktur
ya da Wittig’in dediği gibi cinsiyet olarak erkek tanınmamış, cinsiyet hep
kadın üzerine konumlandırılmış ve bu da erkeğe üstün bir özgürlük sağlamıştır.Cinsiyet
dişildir, eril olan ise genel olandır. Bu sebeple Wittig cinsiyetin imhasını
savunur.
Irigaray da gramerin öznesinin eril
olduğunu öne sürerek dişili susturan bir örnek olduğuna işaret eder. Foucalut
ise tözel cinsiyet gramerinin tutarlı ve istikrarlı cinsiyetler dayattığını ve
hatta bu dayatmanın heteroseksüel hegemonyanın tıbbi ve hukuki hegemonyayı
altüst etmeyi imkansızlaştırdığını öne sürer. Wittig’e göre bu durum zorunlu
heteroseksüel sistemin üreme odaklı hedeflerine hizmet eder ve bundan kurtuluş
olarak lezbiyen bir özne ortaya koyar.Bence bu lezbiyen özne, ortada yalnızca
bir lezbiyen özne olduğunu varsyarak, sadece ikicil duruma bir üçüncü
eklemekten öteye gitmeyecektir. Bu durumda ne kadın kategorisi genişler ne de
beklenen özgürlüğe ulaşılır. Tahakkümün yalnızca adı değişmiş ya da öznesi
değişmiş olur. Bence toplumsal cinsiyet lezbiyenler arasında da farklılık
yarattığı ve bundan sıyrılmanın mümkün olmadığı sürece tahakküm edenin yalnızca
adı eril olmayabilir, yinelenen bir tahakküm tehlikesi doğabilir. .Bu konuda
Butler ise “butch” ve “femme” aracılığı ile somutlaştırabileceğimiz erilin ya
da dişilin taklidi olarak eleştirilen kategorilerle aslında orjinalin değil,
kopyanın kopyası yolu ile sürekli tekrarlanan stabil kimliklerin başka biçimde
tekrarlanması ile yerinden edilebileceğini öne sürer. Ancak Butler, Lezbiyeni kategorileştirerek
Wittig’İn tözcülüğü cinsiyet kategorisinin üretimi ve doğallaştırılması yolu
ile sürdürmesi açısından eleştirir.Ayrıca tüm bu kuramların bilinçdışını
yoksaydığı ve Lacan ile bilinçdışının eleştiriye dahil edildiğini ifade eder.
Bilinçdışı ile daha önceden bastırılan cinsellik zaman zaman ortaya çıkarak
yinelemeleri yerinden edebilir ya da tekrarlayabilir.
Burada töz konusuna tekrar dönecek
olursak töz ve beden ayrımı içinde töz, erildir..Açık olan ve Butler’ın da
işaret ettiği şu ki ruh(bilinç,zihin) ile beden arasındaki bu ontolojik ayrım ,
ruhsal tabi kılma ve hiyerarşi ilişkilerini destekler. Zihin bedene boyun
eğdirir(!) Haar tözü inkar eder ve
felsefecilere özgü bir batıl inanç olarak görür. Bu inancın temeli ise dile
olan inançtan gelir. Bunu da şu şekilde temellendirir:
“Düşünme”nin öznesinin “ben” olduğuna
Descartes’ı kesin olarak inandıran ley gramerdir(özne ve yüklem yapısı) , oysa
düşünceler “bana” gelir: esasında gramere olan inanç basitçe, kendi
düşüncelerinin sebebi olma istemini ifade eder. Özne, kendilik, birey, bunların
tümü yanlış kavramlardır. Çünkü başlangıçta yalnızca dilsel bir gerçeklikleri
olan kurgusal birlikleri töze dönüştürürler!
Zihin ve beden ikiliği tahükkümü
sürdüren bir yapıya sahip olduğu için bu türetmeyle sürdürülen düşüncenin
dışına çıkılmadıkça toplumsal cinsiyetin stabil hali değişmeyecektir.
Tözsel anlayışta bence en tehlikeli
olan durum yine Wittig tarafından dile getirilir. Der ki: “ Bir kadın “olduğunu”
ve heteroseksüel “olduğunu” sorunsallaştırmaksızın iddia etmek, toplumsal
cinsiyeti tözel addeden metafiziğin semptomudur. Hem kadınlar hem erkekler için
bu iddia toplumsal cinsiyet mefhumunu kimlik mefhumuna tabi kılar ve kişinin
bir toplumsal cinsiyet olduğu , üstelik cinsiyeti , ruhsal kendilik hissi ve
ruhsal kendiliğin başta cinsel arzu gibi dışavurumları itibariyle öyle olduğu sonucuna
varır.” Dolayısı ile karşı cinse karşı da bir “biçimli kendilik(Wittig) kurar
ve karşıtlıklar üzerinden cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve arzu arasında
paralellik kurar. Burada hemen Foucault ve Viktoryen dönemde cinselliğin aile
tekeline girmesi ile üreme ve nüfus politikalarının arzuyu şekillendirmesi ve
hatta gayrimeşru(!) ilişkiyi sağlık evlerinde meşrulaştırmaya çalışması akla
geliyor. Cinsiyetin bir taktik olarak ikili şekilde düzenlenişini cinsel
deneyim ve arzunun nedeni olarak stratejik biçimde saklanıp esasında sonuçtan
ibaret olduğunu belirtir. Yani, cinsel deneyimi düzenlemeye çalışan verili
cinsellik rejiminin bir üretimidir bu(Foucault, Butler)
Yukarıdaki tözsel bakış açısında Butler’ın
da dediği ve günümüz toplumunda da gördüğümüz gibi toplumsal cinsiyetli ruhsal
mizaç ya da kültürel kimlik başarı addedilir. toplumsal cinsiyetin tözel etkisi
performatif olarak üretilmiş ve toplumsal cinsiyeti tutarlı kılan düzenleyici
pratikler gereği zorla oluşturulmuştur. Kimlik, imiş gibi yapılarak üretilir.Bu
toplumsal cinsiyet kavrayışı da arzuyla arasında bir nedensellik bağı yaratır
hatta birbirlerini yansıttığı fikrini çağrıştırır. Ancak kurulu bir düzendir
aslında olan. Tekrar Foucault’ya dönecek olursak Hermafrodit(bir bedende çift
cinsiyet), sistemin çöktüğü noktadır. Hem cinsiyet, hem kimlik hem de toplumsal
cinsiyet noktasında sistem tarifsiz kalır. Kimliğin cinsel imkansızlığı(Butler)
ortaya çıkar. Burada dilbilimsel kendilikler de duvara toslar(Butler)
Özetle
Butler bu kimliğin ya da toplumsal cinsiyetin yapılarak ortaya çıktığını
(performatif olarak) ve dışavurum/söylemler aracılığı ile kurulduğunu savunur.
Kimlik siyaseti ve feminist öznenin temsili meselesinde tüm anlatılanlara çözüm
olarak cinsiyet kavramına tözsel bir içerik yüklemeden farklı toplumsal
cinsiyetlerin varlığının yolunu açmayı sunar..
Yorumlar